dini
  HZ.MUHAMMED(s.a.v.) ın HAYATI
 

              
Image Hosted by ImageShack.usImage Hosted by ImageShack.us
 
 
"Allah'ın ayı Muharrem" olarak bilinir. Muharrem ayının onuncu gecesi, Aşure gecesidir. Ertesi günü de Aşure günüdür. Muharrem ayı, Kur'an-ı kerimde, kıymet verilen dört aydan biridir. Bu ayın en kıymetli gecesi de Aşure gecesidir. Allahü teâlâ, birçok duâları Aşure günü kabul etmiştir. Bugünde Cenab-ı Hak on peygamberine on çeşit ikramda bulunmuştur"

Aşura Gününün Allah katında da çok seçkin bir yerinin olduğunu Fecr Suresinin ikinci ayetinden öğrenmekteyiz.


Bismillâhirrahmânirrahîm
"On geceye yemin olsun"

“Çünkü her hangi bir kayıt koymadan "on" denilince Zilhicce'nin on günü, yani birinden bayram günü olan onuncu gününe kadar on gün akla geldiğinden "on gece" bu on gece demek olur. Bununla beraber Ramazan'ın son on günü ve Muharrem'in Aşure (onuncu) gününe kadar on'u da sayılı on'lardandır. Bunlar hakkında da rivayet vardır. Gerçi burada ahdi gösteren "lâm" getirilmeyip belirsiz olarak denilmesi, belirli bir "on" kastedilmeyip bunların herbirine ve belki de her ayın koyu mehtabından önce gelen ilk on gecesine ihtimalini hissettirebilirse de "Mutlak bir söz şüpheye düşürücü bir mânâ ifade ettiği zaman, ifade ettiği mânâlardan en mükemmeli ne ise ona yorumlanır." kuralına göre, bunun "lâm"sız kullanılarak ençok bilinen "Zilhicce'nin on günü" şeklinde yorumlanması ilk akla gelen mânâ olduğu gibi, sonundaki tenvinin de sadece belirsizlik için değil bir ululama mânâsı ifade ederek bu gecelerin özel şerefine daha ziyade dikkat çekme mânâsı taşıdığı da açıklanmıştır. Bir de denilebilir ki bu kelimenin belirsiz olarak kullanılması, belli bir senenin Zilhicce'sinin on günü kastedilmeyerek belli olmayan bir on'a işaret olmak içindir. Başka bir "on" olma ihtimali akla gelse dahi her halde maksat, sonunda fecir gibi neşe ve sevinç bulunan bir on gece olmalıdır. Onuncu sabahı Kurban bayramı olan Zilhicce'nin on gecesi olması da buna daha uygun, ayrıca Kadir gecesini kapsamış olması ihtimali ve sonunda Ramazan bayramı gelmesi itibarıyla Ramazan'ın son on gecesi olması da uygundur. Bu şekilde "on gece" dünya ömrü derecesinde olarak sûrenin sonuna bir "beraat-i istihlâl" mânâsında da olmuş olur.”
Elmalı Tefsiri…
--------------------------------------------------------------------------
Aşure, İbranice "aşûr" sözcüğünden gelir. Türkçe'ye ise Arapça'dan geçmiştir. Sözcüğün Sâmî diller arasında ortak bir sözcük olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, sözcük (ve gün) Musevilik inancında büyük keffaret günü için kullanılmıştır (Tevrat, Levililer, 16, 29 vd). İslam inancında önemli bir yer tutan ve Aşure gününde olduğu söylenen çeşitli olaylar vardır
Wikipedia…
---------------------------------------------------------------------------

Aşure Günü Olan ve Olacak Olan Önemli Olaylar

• Yerlerin ve göklerin yaratılması,
• Hz. Âdem'in tövbesinin kabûl edilmiştir.
• Hz. Nuh'un gemisi Cudi Dağının üzerine demirlemiştir.
• Hz. Yûnus'un balığın karnından çıkması,
• Hz. İbrahim (a.s.)'in dünyaya gelmesi ve ateşten kurtulması
• Hz. İdris'in göğe çıkarılması,
• Hz. Süleyman (a.s.)'a saltanat verilmesi,
• Hz. Yakub'un oğlu Hz. Yusuf'a kavuşması, gözlerinin görmeye başlaması, Hz. Yusuf'un kuyudan çıkması
• Hz. Eyyûb'un hastalıktan kurtulması,
• Hz. Musa'nın Kızıldeniz'i geçmesi ve Firavun ordusu ile birlikte helak olması,
• Hz. İsâ'nın doğumu ve ölümden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması Aşure günü oldu.
• Hz. Musa (a.s.)'nın Firavun'un şerrinden kurtulması
• Kıyâmetin kopması da Aşûre günü olacaktır.
• Hz. Aişe'nin belirttiğine göre, Kabe'nin örtüsü daha önceleri Aşura gününde değiştirilirdi.
• Hz. Hüseyin (r.a.)'in şehid edilmesi
Aşûre Günü Ne Yapılır ?
Böylesine manalı ve kudsı olayların gerçekleştiği bu mübarek gün ve geceda, Asr-ı saadette beri müslümanlar başka günleredaha fazla ibadet etmişler ve daha fazla hayır hasenatta bulunmuşlardır.

1 Aşure günü oruç tutmak sünnettir

Aşure günü oruç tutanın, bir yıllık günahları affolur. (Hadis-i Şerif )
Aşurenin faziletinden faydalanın! Bu mübarek günde oruç tutan, melekler, peygamberler, şehidler ve salihlerin ibâdetleri kadar sevaba kavuşur. (Hadis-i Şerif )
Yalnız Aşure günü oruç tutmak mekruhtur. Bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile tutmalıdır!

2- Akrabayı ziyaret edip, hediye ile veya çeşitli yardım ile gönüllerini alınmalıdır
Sıla-i rahmi terk eden, Aşure günü akrabasını ziyaret ederse, Yahya ve İsa'nın sevabı kadar ecre kavuşur. (Hadis-i Şerif )

3- İlim öğrenmeli
Aşure günü, ilim öğrenilen veya Allahı zikredilen bir yerde, biraz oturan, cennete girer. (Hadis-i Şerif )

4- Sadaka vermek sünnettir, ibâdettir.
Aşure günü, zerre kadar sadaka veren kimse, Uhud dağı kadar sevaba kavuşur.(Hadis-i Şerif )

5- Çok selam vermeli
Aşure günü, on Müslümana selam veren, bütün Müslümanlara selam vermiş gibi sevaba kavuşur. (Hadis-i Şerif )

6- Çocukları sevindirmeli
Aşure günü, aile efradının nafakasını geniş tutanın, bütün yıl nafakası geniş olur. (Hadis-i Şerif )

7- Gusletmeli
Aşure günü gusleden mümin, günahlardan temizlenir. (Hadis-i Şerif )

8 - O gün, eve ufak-tefek erzak alınmalı, alınırsa bir sene boyunca evde bereket olur.

9- Dua Okunmalı,
• Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)'in hidâyeti ve kurtuluşu için duâ edilir.

10- Namaz Kılınmalı

Kerbela
Hz. Hüseyn 72 kişilik küçük ordusuyla tarihin en büyük fedakarlık ve hemaset destanını gerçekleştirmeye hazırlanırken 120 bin kişilik zulüm ve fesat ordusu zalimlerin rızasını kazanabilmek için tarihin en çirkin cinayet tablolarından birini oluşturmanın çabası içindeydiler.

Bir taraftan tarihin sayfalarında yiğitlik, fedakarlık, iman, cihat ve hak uğruna her şeyinden geçmenin sadıkane örneğini oluşturmak için cennet gençlerinin efendisi Resululah'ın yadıgarı Hz. Hüseyn'in komutanlığında toplanan az bir grub ve diğer tarafta ise dünya ve makam sevgisi zalimlerden korkmak, çeşitli batıl taassuplar, kinler, cehaletler vb. batıl saiklerle hareket eden ve zülüm ve fesat güçlerinin hedeflerini amelen simgeleyen bir ordu karşı karşıya gelmişlerdi.
Adeta bu günde İslam ümmetinin ve tarihin gelecekteki akışının taktiri belirlenecekti. Öz Muhammedî İslam'ı yaşamak isteyenlere, İslam adı altında zulüm ve fıska dayanan nizamların sunduğu saptırılmış islam'ı yaşamak istiyenlerin safları birbirinden ayrılacaktı. Ve bu iki çizgi ve yolun birbirinden farklı olduğunu anlamakta güçlük çekenler alternatifi olmayan iki, zit yoldan birini seçmek zorunda kalacaklardı. Bunun gerçekleşmesi için İslam beldelerini uyandıracak bir şok lazımdı. Bir ilahi kan ve sağlamlığında şüphe edilmeyen bir hareket lazımdı...

İşte Huseyni kıyamı sönmeye yüz tutmuş İslam çırağını yeniden nurlandırarak ve İslam ağacının kurumasını önleyecek böyle bir hareket idi. Hz. Hüseyn diyordu ki;
"Eğer Hz. Muhammed (s.a.v)'ın dini, benim kanım yere dökülmeden hayatını sürdüremeyecekse, ben şehadete hazırım."
Bu ilahi kıyamı etraflıca incelemek için, kıyamdan önceki olaylar ve kıyamın başlamasından sonuna kadar vuku bulan hadiseleri ve kıyamdan sonra meydan gelen hadiseleri incelemek gerekir. Ama hiç şüphesiz bu kıyamın zirvesini Aşura gününde vuku bulan hadiseler oluşturmaktadır
SELAM VE DUA İLE
 






HZ. ÂMİNE'NİN EBEDÎ ÂLEME GÖÇÜ

Hz. Âmine, Kâinatın Efendisi oğluyla Medine'de bir ay kaldıktan sonra, Mekke'ye dönmeye karar verdi. Akrabalarıyla vedâlaşarak şehirden ayrıldılar.
  Çöl seccadesinde üç yolcu: Hz. Âmine, Şanlı Evlâdı ve Ümmü Eymen. Hepsinin de mânâ âleminde bir başkalık vardı. Aziz anne ve şerefli evladının ruhlarını ayrılık ve hasret rüzgârı dalga dalga dövüyordu.
  Henüz genç yaşta ve evliliklerinin ilk aylarında ebedî âleme yolcu ettiği kocasını hatırlayan Hz. Âmine'nin gözleri oluk oluk su akıtan bir pınarı andırıyordu. Peygamber Efendimiz de, aziz annesinin bu gözyaşlarına dayanamıyor, o da ışıl ışıl ağlıyordu. Damla damla akan gözyaşları, rahmet yağmuru gibi elbisesini ıslatıyordu.
  Henüz yolu yarılamışlardı ki, Hazret-i Âmine âniden rahatsızlandı. Peygamberimiz ve Ümmü Eymen'i bir telaş kapladı. Gittikçe şiddetini arttıran hastalık karşısında ne yapabilirlerdi?
  Medine'nin 23 mil güneyinde Ebvâ Köyü yakınlarında bir ağacın gölgesinde konaklamaktan başka ellerinde çare yoktu. Hazret-i Âmine'nin dizlerinden güç kuvvet çekilmişti ve kendisini tutamayarak âniden yere yıkılıverdi. Üstünü örttüler. Hz. Âmine, hastalığın şiddeti içinde ter döküyor, Sevgili Peygamberimiz ise, onu kaybedeceği ve annesiz kalacağı endişesi içinde gözyaşı akıtıyordu. Sanki herşey kendileriyle birlikte lâl kesilmişti. Yerde ses yok, gökte sükût hâkimdi.
  Hz. Âmine yerde halsiz bir şekilde yatıyordu.
  Bir ara, Peygamberimiz kendini toparlayarak,
  "Nasılsın anneciğim" diye sordu.
  Gönlü şefkat hazinesi anne, biricik yavrusunun üzülmesini istemiyordu. Şiddetiyle kıvranıp durduğu hastalığının ağır olduğu hissini uyandırmamak için,
  "İyiyim canım oğlum, birşeyim yok" diye cevap verdi.
  Bu birkaç kelimelik konuşmadan sonra da kendinden geçti. Artık hastalık, konuşacak takati dudaklarından çekip almıştı. Bir ara, "Su" dediği işitildi. Yaydan fırlayan ok hızıyla Peygamber Efendimiz, aziz annesine suyu yetiştirdi.
  Hazret-i Âmine suyu içti. Su kabı ile birlikte ciğerparesinin yumuşacık ellerini de tuttu. Gözlerini açtı. Peygamber Efendimizin nur saçan sîmasına doya doya baktı ve ellerini bir anne şefkatiyle okşadı. Kâinatın Efendisi bir ara, annesini biraz doğrultup başını kucağına aldı. Gözlerinden akan mübârek yaşlar, annesinin omuzlarına Nisan yağmuru gibi düşüyordu.
  Hazret-i Âmine'nin ruh ve kalbinde feryadlar kopuyor, fırtınalar esiyordu. Kocasını kaybediş ıztırabına, şimdi de oğluyla vedâlaşma hasretini mi ekleyecekti? Bu dayanılmaz bir ıztırap, çekilmez bir dertti. Kendisini yakalayan hastalıktan daha çok bu ayrılık onu yakıp kavuruyordu. Ama ne yapabilirdi, bu İlâhî kaderin değişmez hükmüydü.
  Hazret-i Âmine, kendisini yakalayan hastalıktan kurtulamayacağını artık anlamıştı. Son olarak, güneş gibi parlayan nur yavrusunun yüzüne ayrılık ve hasretin verdiği duygu içinde baktı, ellerini doya doya kokladı ve dilinden şu cümleler döküldü:
  "Ey dehşetli ölüm okundan Allah'ın yardım ve ihsanı ile yüz deve karşılığında kurtulan zâtın oğlu!
  Allah, seni aziz ve devamlı kılsın. Eğer rüyâda gördüklerim doğru ise, sen celâl ve bol ikrâm sahibi olan Allah tarafından Âdemoğullarına helâl ve haramı bildirmek üzere peygamber gönderileceksin."
  Sen, ceddin İbrâhim'in teslimiyet ve dinini tamamlamak için gönderileceksin."
  Allah seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten koruyacak ve alıkoyacaktır."
  Her yaşayan ölür, her yeni eskir. Yaşlanan herkes zevâl bulur. Herşey fanidir, gider."
  Evet, ben de öleceğim. Fakat ismim ebedî yâdedilecektir. Çünkü, ter temiz bir evlâd doğurmuş, arkamda hayırlı bir yâdedici bırakmış bulunuyorum."
  Acıklı ve âdetâ istikbalden haber veren bu sözlerinden sonra Hazret-i Âmine'nin gözleri kaydı ve ruhunu orada yüce Allah'a teslim etti. Yer, Mekke ile Medine arasında bulunan Ebvâ Köyü; tarih, Milâdî 576.
  Hz. Âmine'nin Defni
  Sevgili Peygamberimiz ile Ümmü Eymen donakalmışlardı. Âdetâ dilleri tutulmuştu. Konuşan sadece Kâinatın Efendisinin gözyaşlarıydı.
  Ümmü Eymen bir ara kendisini toparladı ve aziz yavrunun gözyaşlarını sildi. Sonra da bağrına basarak teselliye çalıştı:
  "Üzülme, ağlama, canım Muhammedim," dedi. "İlâhî kadere karşı boynumuz kıldan incedir. Can da Onun, mal da. Hepsi bize emânet. Emâneti nasıl vermişse, öyle de alır."
  Sevgili Peygamberimiz derin bir iç çektikten sonra,
  "Ben de biliyorum. Onun hükmüne her zaman boyun eğerim. Fakat anne yüzü unutulmayacak bir yüzdür. O yüzü tekrar göremem diye üzülüyorum" dedi. Sonra da derhal kendini toparladı ve gözyaşlarını silerek Ümmü Eymen'e,
  "Haydi, o emâneti Sahibine teslim etti. Biz de onun na'şını toprağa teslim edelim, rahat etsin" dedi.
  Dünyanın en bahtiyar annesi Hazret-i Âmine'nin cesedini orada toprağın bağrına tevdi ettiler. Ruhu ise, Kâinatın Efendisini bağrından çıkardığı için, kimbilir, ne kadar yükseklerde meleklerle bayram ediyordu.
  Definden Sonra
  Annesiz kalan Dürr-i Yetîmi Mekke'ye götürmek vazifesi dadısı Ümmü Eymen'e düştü.
  Ümmü Eymen, yol boyunca ona annesiz kaldığını hissettirmemek için elinden gelen gayreti gösterdi. Onu öz evladıymış gibi bağrına bastı ve teselliye çalıştı. Efendimiz de, âdetâ onu bir anne kabul ederek, "Anne, anne" diye çağırdı. Daha sonraları da her gördüğünde, "Annemden sonra annem" diyerek iltifatta bulunuyordu.
  Nur yüzlü Kâinatın Efendisi, artık babadan yetim, anneden öksüzdü. Fakat, onun hakiki muhafızı ve hâmîsi vardı. O Hafîz, onu ömrü boyunca kusursuz muhafazası ve eksiksiz murakabesi altında bulunduracak, her türlü tehlike ve sıkıntıdan kurtaracaktır.
  "Rabbin seni yetim bulup da barındırmadı mı?" meâlindeki âyet-i kerîme, Peygamber Efendimizin bu hâlini hatırlatır. Kâinatın Efendisi yıllar sonra, Hicret'in 6'ıncı yılında Hudeybiye Umresi sırasında, yine Ebvâ'dan geçecektir. Allah'ın izniyle annesinin kabrini ziyaret edip, elleriyle düzeltecektir. Sonra da teessüründen ağlayacaktır.
  Onun mübârek gözlerinden tahassür gözyaşları akıttığını gören Sahabîler de ağlayacaklar ve
  "Yâ Resûlallah, niçin ağladınız?" diye soracaklardır.
  Resûl-i Ekrem, "Annemin, benim hakkımdaki şefkat ve merhametini düşündüm de ağladım" diye cevap verecektir.
  Peygamber Efendimizin Baba Ve Annesinin Erken Vefâtlarının Hikmeti
  Burada hatıra şu suâl gelebilir:
  "Muhterem peder ve vâlideleri, Resûl-i Ekrem Efendimizin peygamberliğine neden yetişemediler ve neden ona îmân, kendilerine nasib olmadı?"
  Bu suâle Mektûbat isimli eserinde, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri şu cevabı verir:
  "Cenâb-ı Hak, Habîb-i Ekreminin peder ve vâlidesini, kendi keremiyle, Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâmın ferzendâne hissini memnun etmek için, valideynini minnet altında bulundurmuyor. Valideynlik mertebesinden, mânevî evlâd mertebesine getirmemek için; hâlis kendi minnet-i Rubûbiyyeti altına alıp, onları mes'ud etmek ve Habîb-i Ekremini de memnun etmekliği rahmeti iktiza etmiş ki, vâlideynini ve ceddini, ona zahirî ümmet etmemiş. Fakat, ümmetin meziyetini, faziletini, saâdetini onlara ihsan etmiştir. Evet, âlî bir müşîrin [mareşal]; yüzbaşı rütbesinde olan pederi, huzuruna girmesi; birbirine zıd iki hissin taht-ı tesirinde bulunur. Padişah; o müşîr olan Yâver-i Ekremine merhameten, pederini onun mâiyetine vermiyor."
  Peygamberimizin Baba Ve Annesinin Îmânları Meselesi
  İslâm âlimleri ittifakla şu hususu belirtmişlerdir.
  "Hazret-i İbrâhim'den (a.s.) gelen ve Resûl-i Ekremi (a.s.m.) netice veren nûrânî silsilenin fertlerinin hiçbiri, hak dinin nûruna lâkayd kalmamışlar ve küfrün karanlıklarına mağlûp olmamışlardı. Hiçbirinin temiz gönlü şirk ve küfür ile kirlenmemiştir."
  Bu hususu kaydettikten sonra, Sevgili Peygamberimizin baba ve annesinin îmânları meselesi üzerinde duralım.
  Birbirine yakın izahlarla birçok İslâm âlimi, Peygamber Efendimizin muhterem peder ve vâlidelerinin âhirette necât ehli olacaklarını açık ve kesin bir şekilde delilleriyle ortaya koymuşlardır.
  Bu izah tarzlarını şöylece sıralayabiliriz:
  1) Hz. Abdullah ile Hz. Âmine, Efendimize peygamberlik vazifesi verilmeden çok evvel vefât etmişlerdir. Dolayısıyla Fetret Devrinde yaşamışlardır ve "Ehl-i Fetret"ten sayılırlar. Fetret Devrinde vefât edenlere ise azap yoktur.
  Birgün, birisi büyük âlimlerden Şerefüddin Münâvî'ye,
  "Peygamberimizin baba ve annesi Cehennemde midir?" diye sorar.
  Münevî Hazretleri hiddetle,
  "Resûl-i Ekremin peder ve vâlidesi fetret zamanında vefat etmişlerdir. Peygamber gönderilmeden evvel ise azap yoktur" cevabını verir.
  Kendisine bir peygamberin dâveti ulaşmayan kimsenin âhirette azap görmeyeceği âyet ve hadislerle sabittir.Peygamber Efendimizin peder ve vâlidelerine de geçmiş peygamberlerden hiçbirinin dâvetinin ulaşmadığı tarihen sabittir. Şu halde, tereddütsüz söyleyebiliriz ki, onlar da necât ehlidirler ve âhirette azap görmeyeceklerdir.
  2) Resûl-i Ekrem'in muhterem peder ve validelerinin şirk ehli oldukları sabit değildir. Belki, onlar, Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, Varaka bin Nevfel ve benzerleri gibi büyük babaları İbrâhim'den (a.s.) gelen inanç ve âdetlerle amel eden "Hanif"lerdendirler.
  3) Sevgili Peygamberimizin baba ve annelerinin şirk ehli olmadıklarının bir delili de, "Ben mütemâdiyen temiz babaların sulbünden, temiz anaların rahminden nakloluna geldim" hadis-i şerifidir.
  Kur'ân-ı Kerîm'de müşrikler "necis kimseler" olarak vasıflandınlmışlardır.Temizlik ile pislik, îmân ile şirk, mü'min ile müşrik arasında tezad bulunduğuna göre, yukarda kaydettiğimiz hadis ölçüsü ışığında, Resûl-i Ekremin ecdadından hiçbirinin küfür ve şirk gibi mânevî kirlere bulaşmadığını kabul etmek vacip olur.
  Bütün bunlardan sonra meseleyi şöylece özetleyebiliriz: "Resûl-i Ekreme (a.s.m.) Allah tarafından rahmet olduğu hitap edilirken, parlak Nübüvvet ve Risâlet Güneşi henüz doğmadan apaçık nûru sîne-i ihtiramında taşıyan bir ana babayı, evlâdının feyz ve nûrundan mahrum farzetmek, hem edebe, hem mantığa muvafık değildir. Hususiyle, Resûl-i Ekremin muhterem anne ve babasının hayatları, Cahiliyye Devrinde geçmiştir. Risâlet-i Ahmediyye zamanını idrâk etmemişlerdir."
  Öyle ise, bu hususta mü'minin bilmesi ve kabul etmesi gereken husus şudur:
  "Resûl-i Ekremin (a.s.m.) peder ve vâlideleri ehl-i necâttır ve ehl-i Cennettir ve ehl-i îmândır. Cenâb-ı Hak, Habîb-i Ekreminin mübârek kalbini ve o kalbin taşıdığı ferzendâne şefkatini elbette rencide etmez."
  Şu dörtlük de bu hakikati pek güzel dile getirmektedir:
  "İki cihângüneşi, bürc-i saâdette iken
  Vâlideynine Mevlâ nice vermeye şerefi,
  Çeşm-i insaf ile ey dil, nazar gavvâsa
  Alıcak dürrini yabana atar mı sadefi?"
  [İki dünyanın güneşi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) saâdet burcunda iken, Cenâb-ı Hak, anne babasına nasıl şeref vermez ki?
  Ey gönül! İnsaf gözüyle dalgıca dikkatle bak; inciyi alır da, sadefini hiç yabana atar mı?]


devamı ..

 İÇİNDEKİLER

4 İSLÂMİYETTEN ÖNCE ARABİSTAN  

4 MEKKE VE KÂBE 

4 FİL VAK'ASI 

4 ÖNSÖZ 

4 4- HİCRETİN İSLÂM TARİHİNDEKİ ÖNEMİ 

4 HZ. MUHAMMED (S.A.S.)´İN HAYATI 

4 HZ.MUHAMMED (S.A.S)´İN PEYGAMBERLİKTEN ÖNCEKİ HAYÂTI 

4 II- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)´İN GENÇLİK DÖNEMİ 

4 III- HZ. MUHAMMED (S.A.S.)´İN EVLİLİK DÖNEMİ 

4 HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN  

4 MEKKE DEVRİ  

4 II- NEBÎLİK VE RASÛLLUK 

4 III- MEKKE MÜŞRİKLERİNİN MÜSLÜMANLARA KARŞI DAVRANIŞLARI 

4 3- HABEŞİSTAN'A HİCRET 

4 4- HZ. HAMZA VE HZ. ÖMER'İN MÜSLÜMAN OLMALARI 

4 IV- HÜZÜN YILI (Nübüvvet'in 10.Yılı)  

4 V- KABÎLELERİ İSLÂMA DÂVET ve AKABE BÎATLARI 

4 3- İSRÂ VE MÎRÂC MÛCİZESİ (Receb 621 M.) 

4 VI- MEDİNEYE HİCRET 

4 2- HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)'İN HİCRETİ 

4 3- MEDİNE'YE VARIŞ 

4 MEDİNE DEVRİ  

4 II- HİCRETİN İKİNCİ YILI (623-624 M.) 

4 III-HİCRETİN ÜÇÜNÇÜ YILI  

4 IV-HiCRETİN DÖRDÜNCÜ YILI  

4 V-HİCRETİN BEŞİNCİ YILI  

4 VI- HİCRETİN ALTINCI YILI  

4 VII-HİCRETİN YEDİNCİ YILI  

4 VIII- HİCRETİN SEKİZİNCİ YILI (629-630 M.) 

4 MEKKE'NİN FETHİ  

4 HUNEYN GAZVESİ (6 Şevval 8 H./ 27 Ocak 630 M.) 

4 EVTÂS SAVAŞI 

4 ESİRLER VE GANİMETLER 

4 IX-HİCRETİN DOKUZUNCU YILI  

4 X- HİCRETİN ONUNCU YILI  

4 HİCRETİN ONBİRİNCİ YILI OLAYLARI 

4 RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN VEFÂTININ ASHÂB-I KİRÂM ÜZERİNDEKİ TESİRİ 

4 RASÛLÜLLAH (S.A.S.)'İN TERİKESİ 

4 KAYNAKLAR 


 

 
  Bugün 1 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol