26- ADAK BAHSİ. 2
1- Adağın Ödenmesini Emir Babı. 2
2- Nezir Yapmaktan Nehi ve Nezrin Bir Şeyi Geri Çevirmemesi Babı. 2
3- Allah'a Ma'sıyet İçin Yapılan Nezirle Kulun Elinde Olmayan Bir Şeye Yapılan Nezrin Îfası Gerekmediği Babı. 4
Bu Hadisten Çıkarılan Hükümler :. 5
4- Ka'ne'ye Yürüyerek Gitmeyi Nezreden Kimse Babı. 5
5- Nezir Keffareti Babı. 6
1- (1638) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî ite Muhammed b. Rumh b. Muhacir rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Leys haber verdi. H.
Bize Kuteybe b. Saîd de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Leys, İbni Şi-hâb'dan, o da Ubeydullah b. Abdillâlı'dan, o da İbni Abbâs'dan naklen rivayette bulundu ki, şöyle demiş:
Sa'd b. Ubade Resulü İlah (Sallallahü Aleyhi veSellemJ'den, annesinin borcu olan bir adak hakkında fetva istedi. Annesi bunu Ödeyemeden ölmüş. Resûlüllah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onun namına onu sen ödeyİver!» buyurdular.
(...) Bize yine Yahya b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Mâlik'e okudum. H.
Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe ile Amru'n-Nâkıd ve İshâk b. İbrahim de İbni Uyeyne'den rivayet ettiler. H.
Bana Harmele b. Yahya dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Vehb haber verdi. (Dedi ki) : Bana Yûnus haber verdi. H.
Bize İshâk b. İbrahim ile Abd b. Humeyd de rivayet etti. (Dediler ki) : Bize Abdürrezzâk haber verdi. (Dedi ki) : Bize Ma'mer haber verdi. H.
Bize Osman b. Ebî Şeybe dahî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abde b. Süleyman, Hişâm b. Urve'den, o da Bekir b. Vâil'den naklen rivayet etti.
Bu râvilerin hepsi Zührî'den, .Leys'in isnâdiyle, onun hadîsi mânâsında rivayette bulunmuşlardır.
Bu hadîsi Buhârî ile Nesâî «Vasâyâ» bahsinde tahrîc etmişlerdir.
Nezir yâni adak: Bir kimsenin ibâdet veya sadaka gibi bir şeyi teberru' cihetiyle kendisine borç kılmasıdır. Nezir meşru' bir ibâdettir. İbâdet olması namaz, oruç ve sadaka gibi bir şeyle yapıldığı içindir. Meşru' olması da yapılan nezirlerin ödenmesi babında âyet ve hadîsler vârid olduğundandır. Teâlâ Hazretleri:
Nezirlerini ödesinler!» buyurmuştur. Bu bâbta birçok hadîsler ve icma-ı ümmet de vardır. O hadîslerden biri de buradaki Sa'd b. Ubâde (Radiyaltahu anh) hadîsidir.
Hz. Sa'dın annesi Amra binti Mes'ûd 'dur. Amra binti Sa'd b. Kays 'dır diyenler de olmuştur. Bu kadın müs-fümanlığı kabul ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bey'at etmiş ve hicretin ellinci yılında Resulü Ekrem (Sallaîlahü Aleyhi ve Settem) Dû-metü'l-Cendel gazasında iken vefat etmiş; oğlu Sa'd Radiyaüahu anh) yanmda imiş. Peygamber (Salialiahü Aleyhi ve Sellem)Eten. dimiz onun cenaze namazım kabrinin üzerine kılmış.
Amra (Radiyaüahu anh) 'nın ne adadığını bildiren eserler muhteliftir. Bazıları köle âzâdı olduğunu, bir takımları oruç, diğerleri sadaka adadığını göstermektedir. Kaadî Iyâz: «İhtimâl ki bu adak, hadîslerde beyan edilen şeylerden hiç biri değildir.» diyor.
Bu hadîsin şerhinde Nevevî şunları söylemiştir: «Nezrin sa-hîh olduğuna ve iltizâm edilen şey taat ise onu ifânın vâcib olduğuna bütün müslümanlar ittifak etmişlerdir. Ma'sıyet yahut pazara girmek* gibi mubah bir şey ise o kimsenin nezri mün'akid olmaz; bizim mezhebe göre ona keffâret de lâzım gelmez. Cumhûr-u ulemânın kavli de budur. İmam Ahmed'Ie bir takım ulema keffaretin lüzumuna kail olmuşlardır. Peygamber (SaHallahü Aleyhi ve Sellem)'in :
«Onun namına o nezri öde!» buyurması, Ölen kimsenin borcu olan hakların ödenmesi icâbettiğine delildir. Bu hakların mâlî olanları bilit-tifak Ödenir. Bedenî ibâdetler hakkında hilaf vardır. Biz o hilafı bu kitabın muhtelif yerlerinde arzettik.
Sonra îmam Şafiî ile bir taifenin mezheplerine göre ölen kimsenin borcu olan zekât, keffâret ve nezir gibi mâlî haklar vasiyyeti olsun olmasın insan borcu gibi ödenir. îmam Mâlik, Ebû Hanîfe ve bunların arkadaşları: Bunlardan hiç bir şey ödemek îcâb etmez; meğer ki, vasiyyet etmiş ola! demişlerdir. Vasiyyet edilmeyen zekât hakkında Mâ1ikiyye uleması arasında hilaf vardır.»
Cumhura göre ölen kimsenin borcu olan nezir mâlî şeylerden değilse mirasçısına onu ödemek lâzım gelmediği gibi, nezir mâlî olup ölen şahıs geride mal bırakmamişsa yine Ödemesi îcâb etmez, fakat müstehab olur.
Zahirîler buradaki Sa'd (Raâiyallaku anh) hadîsiyle istid-îâl oderek ödemesi lâzım geldiğine kail olmuşlardır. Halbuki bu hadîste Hz. Sa'd'a annesinin borcunun ilzam suretiyle ödettirildiğine dair bir sarahat yoktur. İhtimâl annesinin terikesinden ödemiş, yahut kendi malından teberru' etmiştir. Cumhurun delili: Mirasçının ödemeyi iltizâm etmemiş olmasıdır. İltizâm etmedikçe ödemesi lâzım gelmez.
2- (163») Bana Züheyr b. Harb ile İshâk b. İbrahim rivayet ettiler. İshâk (Bize haber verdi) tâbirim kullandı. Züheyr: Bize Cerîr, Mansur'dan, o da Abdullah b. Mürra'dan, o da Abdullah b. Ömer'den naklen rivayette bulundu; dedi. Abdullah şöyle demiş :
Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün bizi adak adamaktan neb yetmeğe başladı ve :
«O hiç bir şeyi geri çevirmez; onunla sâdece cimri (nin elin) den (mal) çıkarılır.» buyuruyordu.
3- (...) Bize Muhammed b. Yahya rivayet etti. (Dedi ki) :, Bize Yezîd b. Ebî Hakim, Sitfyân'dan, o da Abdullah b. Dinar'dan, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (SaliaUahü Aleyhi ve Sellem)1den naklen rivayette bulundu ki:
«Nezir, bir şeyi ne (vaktinden) önceye aldırır; ne de sonraya bıraktırır. Onunla sadece bahîl (in elin) den (mal) çıkarılır.» buyurmuşlar.
4- (...) Bize Ebû Bekir b. Ebî Şeybe rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Gunder, Şu'be'den rivayet etti. H.
Bize Muhammed b. El-Müsennâ İle İbni Beşşâr da rivayet ettiler. Lâfız tbni'l-Müsennâ'mndır. (Dedi ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be, Mansûr'dan, o da Abdullah b. Mürra'dan, o da İbni Ömer'den, o da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)*den naklen rivayette bulundu ki: Nezri yasak etmiş ve:
«Şüphesiz ki, o bir hayır getirmez; onunla sâdece bahîl (in elin) den /mal) çıkarılır.» buyurmuşlar.
(...) Bana Muhammed b. Kâfide rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yahya b. Adem rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Mufaddal rivayet etti. H.
Bize Muhammed b, EI-Müsennâ ile İbni Beşşâr dahî rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Abdurrahmân, Süfyân'dan ve her iki râvi Mansûr'dan bu isnâdla Cerîr'in hadîsi gibi rivayette bulundular.
5- (1640) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize A1 -dülazîz yâni Derâverdî, Alâ'dan, o da babasından, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayette bulundu ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
«Nezretmeyin, çünkü nezir kaderden hiç bir şeye fayda etmez; onunla sâdece bahîl (in elin) den (ma!) çıkarılır.» buyurmuşlar.
6- (...) Bize Muhammed b. El-Müseıına ile İbni Beşşâr da rivayet ettiler- (Dediler ki) : Bize Muhammed b. Ca'fer
rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Şu'be rivayet etti. (Dedi ki) : Ben Alâ'yı. babasmdan, o da Ebû Hüreyre'den, o da Peygamber (SalîallahüA leyhi ve Sellem) 'den naklen rivayet ederken dinledim ki, Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nezri yasak etmiş ve:
«Şüphesiz ki, o kaderden bir şey geri döndüremez; onunla sadece bahîl (in elin) den (mal) çıkarılır.» buyurmuşlar.
7- (...) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteybe b. Saîd ve Alî b. Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize İsmaîl yâni tbni Ca'fer, Amr'dan —bu zât İbni Ebî Amr'dır— o da Abdurrahmân El-A'rac'dan, o da Ebû Hü. reyre'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüem):
«Nezir Âdem oğluna Atlah'rn takdir etmediği bir şeyi yaklaştırmaz; lâkin nezir (bâzan) kadere muvafık düşer de bu sayede bahîl (İn elin) den, çıkarmak istemediği (malı) çıkarılır.» buyurmuşlar.
(...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ya'kûb yâni îbni Abdirrahmân EI-Kaarî ile Abdülâzîz yâni Derâverdî rivayet ettiler.
Bunların ikisi de Amr b. Ebî Amr'dan bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etmişlerdir.
Bu rivayetleri Buhâri «Kader» ve «Eymân ve'n-Nüzûr* bahislerinde; Ebû Dâvûd ile Nesâî «Nüzûr»de; îbni Mâce «Keffârât»da muhtelif râvilerden tahrîc etmişlerdir.
îbni Ömer hadîsinde mahzûf cümleler vardır. Bu hadîsi tam olarak Hâkim île smâîlî, Saîd b. El-Hars E1 Ensârî'den rivayet etmişlerdir ki, meâlen şöyledir: Saîd b. El-Hars şunları söylemiş:
«îbni Ömer'in yanında idim. Derken 'ona Amr b. Kâb oğullarından Mes'ud b. Amr gelerek: Yâ Ebâ Abdirrahmân , benim oğlum İran'da Ömer b. beydillâh b. Ma'nıer ile beraber bulunuyordu. Orada şiddetli veba ve taun hastalıkları zuhur etmiş. Bunun üzerine eğer Allah oğlumu sağ bırakırsa Beytullah'a yürüyerek gitmesini boynuma borç ettim. Derken çocuk hasta olarak çıkageldi; sonra öldü. Ne buyurursun? dedi. îbni Ömer: (Müslümanlar) nezirden nehyedilmediler mi?
Peygamber (SallalIahÜ Aleyhi ve Setlem):
«Nezir ne bir şeyi (vaktinden) önceye aldırır; ne de sonraya bıraktı rrr. Onunla sâdece bahîl (in elin) den (mal) çıkarılır; buyurdular, sen nezrini İfâ et, dedi. Mes'ûd: Yâ Ebâ Abdi11âh; ben ancak oğlumun yürümesini nezrettim; dedi ise de îbni Ömer: Nezrini Öde! ihtarında bulundu.»
Saîd b. El-Hars suâl sahibini Saîd b. El-Müseyyeb'e göndererek meseleyi ona da sordurmuş. O da : «Oğlunun yerine sen yürü!» cevâbını vermiş.
Görülüyor ki, nezrin mukaddesata hiç bir te'siri yoktur." «Hastam iyileşirse kurban keseceğim» yahut -Oğlum askerden gelirse üç gün oruç tutacağım» diyerek adakta bulunmanın ne hastalığın düzelmesinde bir te'sîri yardır, ne de askerin dönmesinde. Ancak bazen mukadderat adak sahibinin arzusuna muvafık şekilde tecellî eder de nezrini ödemesi lâzım gelir. İşte bu rivâyetlerdeki «Onunla sâdece cimrinin elinden mal çıkarılır.» ifadesiyle buna işaret edilmiştir. Çünkü cimri insan kolay kolay sadaka veremez. O sadakası mukabilinde bir karşılık görmelidir ki, malına kıyabilsin. Hastası düzelirse sadaka adadığı için düzeldi sanır. Halbuki onun adağının takdîr-i İlâhîye bir tesîri yoktur. O iş zâten öyle olacaktır; çünkü öyle takdir olunmuştur.
Hadîsin bu cümlesi nezri îia etmenin vâcib olduğuna delildir. Nezir yapmanın hem men'edilmesi hem de istek hâsıl olduğunda adağın yerine getirilmesinin vâcib oluşu müşkilâttan sayılmıştır. Bâzıları bu müş-kili hail için şunları söylemişlerdir: «Yasak edilen nezir, kaderi değiştirir i'tikadiyle yapılandır. Adakla istenen şeylerin ekseriya meydana geldiğini gören nice insanlar nezrin kaderi değiştirdiğine inanırlar. İşte nezir bunun için yasak edilmiştir. Ama bir kimse faydanın, zararın ancak Allah Teâlâ'dan geldiğine inanarak nezrin bir vesile ve sebep kabilinden olduğunu bilirse o nezri ilâ etmek taat olur; böyle nezir yasak değildir.» Hadîsin siyakı bu tefsire uygundur.
8- (1641) Bana Züheyr b. Harb ile Alî b. Hucr Es-SaJdî rivayet ettiler. Lâfız Züheyr'indir. (Dediler ki) : Bize İsmail b. İbrahim rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Eyyûb, Ebû Kılâbe'den, o da Ebu'l-Mühelleb'den, o da Imrân b. Husayn'dan naklen rivayette bulundu. Şöyle demiş:
Sakîf (kabilesi) Benî Ukayl'in müttefiki idiler. Derken Sakîf Re-sûlvdlabfSalUıllahü Aleyhi ve Seileın) 'in ashabından iki kişiyi esîr ettiler. Re-sûlüllah (Saltallahü Aleyhi ve SellemY'ın ashabı Benî Ukayl'den bir kişi esîr ettiler; onunla birlikte Adbâ' (ismindeki deve) yi de aldılar. Adam prangada olduğu halde Resûlültah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun üzerine geldi. (Adam) :
— Yâ Muhammedi diye seslendi.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun yanına gelerek: «Ne isliyorsun?» diye sordu. Adam:
— Beni niçin aldm? Ve hacıları geçen (devey) i niçin aldın? dedi. (Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meseleyi büyültmek için) : «Seni müttefiklerin olan Sakîfin cinayetinden dolayı aldım! cevâbını
verdi. Sonra ondan ayrılıp gitti. Adam (tekrar) ona seslenerek:
— Yâ Muhammed, yâ Muhammedi dedi. Resûîüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) merhametli ve nezaketli idi. Bu sebeple ona dönerek:
«Ne istiyorsun?» diye sordu. (Adam) :
— Ben müstümanım, dedi. Resûîüllah (SaUallohii A leyhi ve Sellem) : «Eğer bu sözü kendi umuruna mâlik iken söylemiş olsaydın tamamiyle kurtulurdun! cevâbını verdi. Sonra çekildi gitti. (Adam tekrar) kendilerine seslenerek:
— Yâ Muhammet)! Yâ Muhammedi dedi.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi' ve Sellem) yine yanına gelerek: «Ne istiyorsun?» diye sordu. (Adam) :
— Ben açım, beni doyur; susuzum, beni sula! dedi. ResûlüIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Senin hacetin bu mu?» dedi. Sonra (bu adam) o iki kişiye fidye yapıldı.
Imrân b. Husayn sözüne şöyle devam etmiş:
Ensârdan da bit kadın esir edildi; Adbâ dahî ele geçirildi. Kadın prangada idi. Halk develerini evlerinin önünde eğreklendiriyorlardi. Derken bir akşam bu kadın bağdan boşanarak develerin yanına geldi. Kadın bir deveye yaklaştı mı hayvan bÖğürüyordu. Nihayet Adbâ'ın yanına vardı. Fakat o böğürmedi; hem de pişkin bir deve idi... Hemen arka tarafına oturdu. Sonra hayvanı sürerek yola revan oldu.
Kadını (n kaçtığını) hissederek aradılar taradılar fakat kadın onları âciz bıraktı. Bir de eğer Allah kendisini kurtarırsa bu deveyi boğazlamayı Allah için nezretti. Medine'ye gelince halk kendisini görerek: İşte Adbâ' ResûlüIIah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) in devesi!., dediler. Kadın, eğer Allak kendisini bu devenin üzerinde kurtarırsa onu mutlaka boğazlamayı nezrettiğini söyledi. Bunun üzerine ResûlüIIah {Sallallahü Aleyhi veSellem)'e gelerek meseleyi kendisine anlattıklarında:
«Sübhânâllah! Onu ne kötü cezalandırmış!.. Eğer Allah kendisini bunun üzerinde kurtarırsa onu mutlaka boğazlamayı nezretmiş!..
Günaha girmek için yapılan nezirle kulun elinde olmayan bir şeye yapılan nezrin îfâsı yoktur.» buyurdular.
İbni Hucr'un rivayetinde : «Allah'a ısyân etmek için nezir olmaz!» denilmiştir.
(...) Bize Ebu'r-Rabî' El-Ateki rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Ham-mâd yâni İbni Zeyd rivayet etti. H.
Bize İshâk b. İbrahim ile İbni Ebî Ömer, Abdülvehhâb Es-Sekafi'-den rivayet ettiler. Her iki râvi Eyyûb'dan bu isnâdla bu hadîsin benzerini rivayet etmişlerdir.
Hammad'ın hadîsinde : «Dedi ki : Adbâ' Benî Ukayl'den bir adamın idi. Hacıları geçenlerdendi.» ibaresi vardır. Yine onun hadîsinde: «Kadın ta'lîm terbiye görmüş bir devenin üzerinde geliverdi.» denilmiştir.
Sekafî'nin hadîsinde: «Bu hayvan ta'lîmli bir deve idi.» cümlesi vardır.
Adbâ': Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin devesidir. Bu hayvan gayet iyi cinsten olup önüne geçilmeyecek derecede sür'atli giderdi. «Hacıları geçen» ta'bîrinden murad da budur. Vaktiyle Benî Ukayl kabilesinden birinin malı imiş. Sonraları Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem)'e intikal etmiştir.
Kitabımızın «Hacc» bahsinde de görüldüğü vecihle Besûlüllah (Saliallahü Aleyhi ve Seilem)'in Adbâ', Kasvâ' ve Ced'â' nâmlarında develeri vardı. Bunların üç ayrı deve mi yoksa bir devenin üç muhtelif adı mı olduğu ihtilaflıdır.
«Ben müslümanım» diyen esîre Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem):
«Bu sözü kendi umuruna malik iken söylemiş olsaydın tamamiyle kurtulurdun.» diye mukabelede bulunmuştur. Bu sözden murâd: Esîr edilmezden evvel müslüman olsaydın İslâmiyet sayesinde kendin esîr olmaktan kurtulur, malın da ganimet olarak alınmazdı. Esîr edildikten sonra müslüman olduğuna göre seni öldürüp öldürmemek muhayyerliği ortadan kalkar; köle yapmakla rıdye almak arasındaki muhayyerlik kalır, demektir.
Ensârdan esîr' edilen kadın Hz. Ebû Zerr (Radiyallahü anha) m karışıdır.
1- îslâmda fidye caizdir. Bir esîrin müslüman olması ganimet sahiplerinin onun üzerindeki hakkını ıskat etmez. Fakat esîr edilmezden önce müslüman olursa ganimet malı olmaktan kurtulur.
2- «Günaha girmek için yapılan nezrin îfâsı yoktur...» cümlesi şarap içmek gibi bir günahı işlemek için yapılan nezrin bâtıl olduğuna böyle bir sözden dolayı yemîn keffareti veya başka bir şey lâzım gelmeyeceğine delildir. Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî, Dâvûd-u Zahirî ve cumhûr-u ulemânın mezhepleri budur. îmam Ahmed , Hz. Âişe (Radiyallahü anha)'dan rivayet edilen bir hadîsle istidlal ederek yemîn keffâreti lâzım geldiğine kail olmuştur. Mezkûr hadîste:
«Allah'a isyan için nezir olma*; onun keffâreti yemin keffâretidir.»
buyurulmakta ise de bu hadîs bütün hadîs imamlarının ittifâkiyle zayıftır. Babımız hadîsindeki:
«Kulun elinde olmayan bir şeye yapılan nezrin ifâsı yoktur.» cümlesi, nezri, kendi milki olmayan bir şeye izafe etmesi hâline hamledilmiş-tir. Meselâ : «Hastam düzelirse filânın kölesini âzâd etmek boynuma borç olsun» yahut «Filânın elbisesini tesadduk etmek borcum olsun!» gibi sözlerle yapılan nezirler bu kabildendir. Fakat henüz milkinde olmayan bir şeyi iltizam eder de meselâ: «Hastam iyileşirse bir köle âzâd etmek borcum olsun!» derse o anda köleye sâhib olmadığı halde nezri şahindir.
3- Zarurette kadının yalnız başına da yola çıkabileceğine bu hadîsle istidlal edilmiştir. Dâr-ı harpten İslâm diyarına, hicret zaruret seferi olduğu gibi, kendisine kötülük teklif edilen kadının o yerden gitmesi de öyledir.
4- İmam Şafiî ile ulemadan bazıları bu hadîsle istidlal ederek kâfirlerin ganimet olarak aldıkları müslüman malının onların milki olamayacağını söylemişlerdir. îmam Âzam'la diğer bir takım ulemâya göre ise kafirler müslüman malını ganimet olarak alır da kendi memleketlerine götürürlerse o mala sahip olurlar.
9- (1642) Bize Yahya b. Yahya Et-Temîmî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Yezîd b. Zürey', Humeyd'den, o da Sâbit'den, o da Enes'den naklen haber verdi. H.
Bize İbni Ebî Ömer de rivayet etti. Bu lâfız onundur. (Dedi ki) :
Bize Mervân b. Muâviye El-Fezârî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Humeyd rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Sabit, Enes'den naklen rivayet etti ki, Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem), iki oğlunun arasında götürülen bir ihtiyar görerek:
«Buna ne olmuş?» diye sormuş. — Yürümeyi nezretmiş, demişler. Resûlüllah (SallaUuhii Aleyhi ve Sillem) :
«Şüphesiz ki Allah bu adamın kendini azâb etmesinden müstağnidir.» buyurmuş ve (hayvana) binmesini emretmiş.
10- (1643) Bize Yahya b. Eyyûb ile Kuteyhe ve İbni Hucr rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize îsmâîl yâni îbni Ca'fer, Amr'dan —ki İbni Ebî Amr'dır— o da Abdurrahmân EI-A'rac'dan, o da Ebû Hüreyre'den naklen rivayette bulundu ki, Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Seliem) iki oğlunun arasmda onlara dayanarak giden bir ihtiyara yetişerek:
«Buna ne oldu?» diye sormuş. Oğulları:
— Yâ Resûlâllah, nezri vardı, cevabını vermişler. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
«Bin ey ihtiyar! Zira Allah senden ve nezrinden ganîdir.» buyurmuş. Lâfız Kuteybe ile İbni Hucr'undur.
(...) Bize Kuteybe b. Saîd rivayet etti. (Dedi ki) : Bize Abdülâzîz yâni Derâverdî, Amr b. Ebî Amr'dan bu isnâdla bu hadîsin mislini rivayet etti.
Bu hadîsi Buhârî «Cezâü's-Sayd» bahsinde; Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî «Eymân ve Nüzûr»da tahrîc etmişlerdir.
Oğullarının arasında onlara dayanarak güç halle yürüyebilen zâtın ismi bazılarına göre Kays'tır. Bir takımlar Kayser olduğunu söylemişlerdir. Künyesi Ebû İsrail 'dir.
Zahirîler bu hadîsle istidlal ederek: «Yürümekten âciz kalan kimseye hedy kurbanı lâzım değildir.» demişlerdir. Sair fukahâdan üç kavil rivayet edilir.
1- Hz. Alî ve Abdullah b. Ömer (Radiyallaiıu anh) dan rivayet olunan bir kavle göre Kâbe'ye yürüyerek gitmeyi nezre-den bir kimse bundan âciz kalırsa yürüyebildiği kadar yürür; yürüyemez oldu mu binek gider; ve bir koyun kurban eder Atâ, Hasan-ı Basrî İmam Âzam- ve İmam Şafiî buna kail olmuşlardır. İmam Âzam'a göre âciz kalmadan hayvana binenin hükmü de budur; yalnız yemininden döndüğü için keffaret verir.
2- İkinci kavle göre âciz kalan kimse geri döner; sonra tekrar hacceder; ve binek gittiği yeri yürür; buna hedy lâzım değildir. Bu kavil İbni Ömer, İbni Abbâs, İbni Zübeyr ,ile. İbrahim Nehaî ve İbni Cübeyr 'den rivayet olunmuştur.
3- Üçüncü kavle göre geri döner; binek gittiği yeri yürür; hedy kurbanı lâzımdır. İbni »Abbâs ile Nehaî 'nin birer kavli de bu olduğu gibi Saîd b. El-Müseyyeb ile İmam Mâ1ik dahî buna kail olmuşlardır.
11- (1644) Bize Zekeriyyâ b. Yahya b. Salih El-Mısrî rivayet etti. (Dedi ki) : Bize El-Mufaddal yâni İbni Fadâle rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Abdullah b. Ayyaş, Yezîd b. Ebî Habîb'den, o da Ebu'l-Hayr'dan, o da Ukbe b. Âmir'den naklen rivayet etti, ki şöyle demiş:
Kız kardeşim yalın ayak Beytullah'a yürümeyi adadı. Bana da bu meseleyi onun nâmına Resûuİlah(SaUaUahü Aleyhi ve Seltem) 'e danışmamı emretti. Ben de danıştım:
«Hem yürüsün, hem bin»in!» buyurdular.
12- (...) Bana Muhammed b. Râfi' de rivayet etti. (Dedi ki) : Bize /Vbdiirrazzâk rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc haber verdi. (Dedi ki) : Bize Saîd b. Ebi Eyyûb haber verdi. Ona da Yezîd b. Ebî Habîb haber vermiş. Ona da Ukbe b. Amir El-Cühenî'den naklen Ebu'1-Hayr rivayet etmiş ki, Ukbe: «Kız kardeşim nezretti...» diyerek Mufaddal'in hadîsi gibi .rivayette bulunmuş; yalnız hadîste «yalın ayak» kaydını zik-retmemiş; «Ebu'1-Hayr Ukbe'den ayrılmazdı.» cümlesini ziyade etmiştir.
(...) Bana bu hadîsi Muhammed b. Hatim ile İbni Ebî Halef de rivayet ettiler. (Dediler ki) : Bize Ravh b. Ubâde rivayet etti. (Dedi ki) : Bize İbni Cüreyc rivayet etti. (Dedi ki) : Bana Yahya b. Eyyûb haber verdi. Ona da Yezîd b. Habîb bu isnâdla Abdurrazzâk hadîsi gibi ihbarda bulunmuş.
Bu hadîsi Buhârî «CezâüVSayd» ve «Nüzûr» bahislerinde; Ebû Dâvûd «Nüzûr»da tahrîc etmişlerdir.
Nezri yapan.kadın Hz. Ukbe 'nirr kız kardeşi Ümmü Hib-bân^binti Âmir 'dir. Bir rivayette bu kadının şişman olduğu, bu sebeple yürümek kendisine güç geldiği bildirilmiştir. Hadîsi muhtelif rivayetleri vardır. Bunlardan birinde:
«Ona emret de baş örtüsünü sarınsın, vasıtaya binsin ve üç gün oruç tutsun.» buyurulmuştur. Halbuki:
Yukarıdaki Enes ve Ebû Hüreyre (Radiyallahuanh) rivayetlerinde ihtiyara doğrudan doğruya hayvana binmesi emrolunuyor, bir şey istenmiyordu. Bu bâbta Nevevî şunları söylemiştir: «Birinci hadîs yürümekten âciz olanlara hamledilmiştir. Böylesi vasıtaya binebilir; ama kurban kesmesi îcâbeder. Ukbe 'nin kız kardeşi hadîsin gelince: Onun mânâsı, yürümeye kudreti olduğu zaman yürüsün, yürüyemediği yahut çok yorulduğu zaman vâsıtaya binsin. Bunun da hayvan kesmesi îcabeder; demektir.
Bu söylediğimiz her iki surette de hayvan kesmesi İmam Şafiî 'nin râcıh olan kavlidir. Ulemâdan bir cemaat da buna kaildir. Şâfiî'nin ikinci kavline göre ihtiyara hayvan kesmek vâcîb değil, mus-tehaptır. Yalın ayak yürüme meselesinde mutlaka yalın ayak bulunması şart değildir; ayakkabı da giyebilir. Ukbe'nin kız kardeşi hadîsinin «Süneni Ebî Dâvûd»daki rivayetinde kadının âciz kaldığı için hayvana bindiği bildirilmiştir...»
13- (1645) Bana Hârûn b. Saîd EI-Eylî ile Yûnus. b. Abdilâlâ ve Ahmed b. îsâ rivayet ettiler. Yûnus (Bize haber verdi) tâbirini kullandı. Ötekiler: Bize İbni Vehb rivayet etti, dediler. (Demiş ki) : Bana Amr b. El-Hâris, Kâ'b b. Alkame'den, o da Abdurrahmân b. Şumâse'den, o da Ebu'l-Hayr'dan, o da Ukbe b. Amir'den, o da Resûlüllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)rden naklen haber verdi ki ;
Nezir keffâreti, yemîn keffârefidir.» buyurmuşlar.
Nevevî'nin beyânına göre ulemâ bu hadîsten ne murâd edildiği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şâfiî1er'ce nezr-i lecâc kasdedilmiştir.
Nezr-i lecâc: İnâd ye ısrar nezri demektir. Meselâ: Birisiyle konuşmak istemeyen kimsenin: «Filânla konuşursam üzerime hacc farzolsun» demesi bu kabildendir. Konuştuğu takdirde nezrini yapmakla yemîn kefareti vermek arasında muhayyer olur.
Hanefîler 'den İmara Âzam'in son kavline göre bir kimse nezri, olmasını istemediği bir şarta bağlarsa ona bir yemîn keffâreti kâfidir. Nezrettiği şeyi yapmakla dahî borcunu ödemiş olur. Meselâ: «Filân adamla konuşursam bir sene oruç tutmak borcum olsun!» diyen kimse isterse bir yemîn keffâreti verir; dilerse orucu tutar. Fakat olmasını dilediği bir şarta bağlar, meselâ: «Hastam düzelirse bir sene oruç borcum olsun» derse mutlaka nezrini îfası gerekir. İmam Muhammed'in kavli de budur. Umumi belvâ dolayısiyle bâzı Hanefiyye ulemâsı bununla fetva vermişlerdir.
Ulemânın ekserisi bu hadîsi mutlak nezir mânâsına almışlardır. İmam Ahmed'le Şâfiîler 'den bazıları ma'sıyeti nezir mânâsına hamletmişlerdir. Şarap içmeyi adamak bu kabildendir.
Fukaha ve hadîs imamlarından bir cemaate göre ise bu hadîs bütün adak nevilerine şamildir. Onlarca bir kimse nezrin hangi nev'ini yaparsa yapsın yemîn keffâreti vermekle nezrini îfâ arsında muhayyerdir.
22. ADAKLAR VE YEMİNLER KİTABI. 1
1. Yürümeyi Adamanın Gereği 1
2. Beytullaha Kadar Yürümeyi Adamak. 2
3. Kabe'ye Kadar Yürümeye Yemin Etmek. 3
4. Allaha İsyan Olan Hususlarda Adağın Caiz Olmayışı 3
5. Yemin-i Lağv: 4
6. Kefareti Gerektirmeyen Yeminler. 4
7. Kefareti Gerektiren Yeminler. 5
8. Yemin Kefaretinin Ödenişi 5
9. Yeminle İlgili Muhtelif Rivayetler. 6
1. Abdullah b. Abbas'dan: Sa'd b. Ubade, Resûlullah (s.a.v.)'tan fetva isteyerek;
«— Annem nezir borcu varken vefat etti, adağını yerine getiremedi.» dedi. Resûlullah (s.a.v.) da;
*— Öyleyse onun yerine adağını sen yerine getir»» buyurdu.
2. Abdullah b. Ebî Bekr halasından, o da ninesinden naklediyor: Ninesi Mescid-i Küba'ya kadar yürümeyi adamıştı. Adağını yerine getiremeden vefat etti. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas, kızına onun yerine yürümesine dair fetva verdi.
imam Malik'ten: Hiç kimse bir başkasının yerine yürüyemez.
3. Abdullah b. Ebî Habibe'den: Henüz gençtim. Bir adama:
«— Beytullah'a kadar yürüyeceğim, desem de Beytullah'a kadar yürümek bana nezir olsun demesem ne lâzım gelir?» diye sordum. Adamın biri de bana elindeki küçük bir salatalığı göstererek:
«— Beytullah'a kadar yürüyeceğim dersen bunu sana vereceğim» dedi. Ben de:
«— Evet, Beytullah'a kadar yürüyeceğim» dedim. Henüz o zamanlar gençtim. Biraz bekledikten sonra durumu anladım. Bana:
«—Yürümen lâzım» denildi. Ben hemen Said b. Müseyyeb'e gelerek durumu arzettim, o da bana:
. «—Yürümen lâzım.» deyince, ben de yürüdüm.
îmam Malik der ki: Bu konuda durum biz Medine'liler arasında da aynıdır.
4. Urve b. Uzeyne el-Leysi'den: Ninemle evden dışarı çıktık. Beytullah'a kadar yürümeyi nezretmişti. Bir süre yürüdükten sonra kesildi. Hemen azatlısını durumu sorması için Abdullah b. Ömer'e gönderdi. Birlikte yola çıktık. Abdullah b. Ömer'e durumu sordu. Abdullah:
«— Ona söyle, bir bineğe binsin. Bilahare kesildiği yerden yürür» dedi.
tmam Malik de der ki: Yukarıda belirtildiği gibi yapması gerekir, ayrıca bir de kurban keser.
Yine İmam Malik'e, Said b. Müseyyeb'in ve Ebû Seleme b. Abdurrahman'ın da Abdullah b. Ömer'in söylediği gibi söyledikleri nakledilmiştir.
5. Yahya b. Said'den: Yürümeyi nezretmiştim, aniden bir ağrı geldi. Hemen bir bineğe bindim, Mekke'ye kadar geldim, Ata b. Ebî Rebah'a ve diğerlerine danıştım, dediler ki:
«— Kabe'ye bir kurban göndermen lâzım.» Medine'ye geldim. Durumu bir de oradaki âlimlere sordum. Ağn girdiği için yürüye-mediğim yerden itibaren tekrar yürümemi söylediler. Ben de yürüdüm.
imam Malik'ten: Beytullah'a kadar yürümeyi kendime adadım, diyen bir kimse için de durum biz Medineliler arasında yukarda beyan edilen gibidir. Şayet o yürüyemezse bir bineğe biner. Kurbanlık olarak da Kabe'ye ya bir deve yahut sığır veya koyun gönderir.
îmam Malik'e «Seni Beytullah'a götüreceğim!» diyen bir adamın durumu soruldu. Şu cevabı verdi:
Bunu söyleyen adam eğer onu omuzunda taşımayı ve bununla da kendine meşakkat çektirmeyi ve nefsini terbiye etmeyi aklına koymuşla o adamı Kabe'ye götürmesi gerekmez. Kendisi yürüyerek gitsin ve bir de kurban kessin. Eğer, seni Beytullah'a götüreceğim derken hiç birşey aklından geçirmemişse, o zaman bir bineğe binip haccetsin, giderken de söz verdiği adamla beraber gitsin. Bu takdirde o adamı, «Seni Beytullah'a götüreceğim» demiş olur. Şayet adam kendisiyle hacca gelmek istemezse ona bir şey lâzım gelmez, o borcunu ödemiştir.
imam Malik'e, «kardeşiyle, babasıyla şöyle, şöyle konuşmayacağına dair vaatta bulunan, konuşursa Beytullah'a kadar yürümeyi adayan kimsenin yapamıyacağı belli olan bu nezri hakkında soruldu. Bu durumu her sene yenilese ve böyleceömür boyu ifa edemiyeceği adaklar adamış olur. Bu durumdaki bir adamın nezirlerden birini ifa etmesi veya muayyen bir nezrini yerine getirmesi yeterli midir?» diye soruldu. îmam Malik şu cevabı verdi:
Ancak nezretmiş olduğunu yerine getirmesinden başkasının yeterli olacağını bilmiyorum. Yürüyebildiği kadar yürür, geri kalanı için de gücünün yettiği kadar hayır işleyerek Allah 'in rızasını kazanmaya çalışır.
imam Malik'ten: Alimlerden duyduğum en güzel söz, Beytul-lah'a kadar yürümeye yemin eden kadın veya erkek, yeminlerini bozarlarsa ne olur sorusuna verilen cevaptır.
Eğer yemin eden, Beytullah'a kadar yürüyüşünü umre yaparken ifa etmiş ise bu takdirde Safa ile Merve arasında sa'yini yapar, oradan ayrılır.
Şayet yürüyerek hacca gitmeyi nezretmiş ise bu durumda Mekke'ye kadar yürür, hac ibadeti tamamen sona erdikten sonra oradan ayrılır. Ziyaret tavafını yapıncaya kadar yürümeye devam eder.
Beytullah'a kadar yürümek sadece hac ve umre esnasında mümkündür.
6. Humeyd b. Kays ve Sevr b. Zeyd ed-Dili, Resûlullah (s,a.v.)'tari naklediyorlar. Ancak Zeyd'den gelen rivayet diğer ar-kadaşınkine nazaran biraz daha uzun:
Hz. Peygamber adamın birini güneşin altında ayakta dururken gördü:
«— Bu adam da ne yapıyor?» diye sordu. Oradakiler:
«— Konuşmamayı, güneşin altında durmayı, oturmamayı ve oruç tutmayı nezretti» dediler. Bunun üzerine Hz, Peygamber:
*— Söyleyin ona konuşsun, gölgeye çekilsin, ayakta durmayıp otursun, ancak orucunu tamamlasın.»
İmam Malikten: Yukarıda zikredilen konuda Hz. Peygam-ber'in o zata keffaret emrettiğini duymadım. Ancak Allah'a itaat olanı tamamlamasını, isyan olanı da terketmesini emrettiğini duydum .
7. Kasım b. Muhammed'den: Abdullah b. Abbas'a bir kadın gelerek:
«— Oğlumu kurban kesmeyi nezrettim» dedi. îbn Abbas:
«— Oğlunu kesme, yemin kefareti ver.» dedi. Bu sırada Ibn Abbas'ın yanında oturan bir ihtiyar söze karışarak:
«— Bu konuda kefaret nasıl olur?» dedi. Ibn Abbas da:
«— Zıhar yapan gibi öder» diyerek şu ayeti kerimeyi okudu:
«içinizden zıhar yapanların karıları onların anaları değildir. Anaları kendilerini doğuranlardan başkası değildir... Kadınlarından zıhar ile ayrılmak isteyip de sonra sözlerini geri alanlar birbirleriyle temas etmeden Önce bir köle azat etmeleri gerekir. İşte size bununla Öğüt veriliyor. Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır. Fakat kim (bunu) bulamazsa yine birbirleriyle temas etmeden önce aralıksız iki ay oruç (tutsun). Buna da güç yetiremezse, altmış yoksul doyursun.»
8. Hz. Aişe, Resûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu naklediyor: «Kim Allah'a itaat etmeye nezrederse ona itaat etsin, kim de Allah'a isyana nezir ederse Allah'a asi olmasın.»
İmam Malik şöyle der: Resûlullah'in (s.a.v.): «Kim Allah'a asi olmayı nezrederse ona asi olmasın.» şeklindeki hadisin manası şudur: Kişinin Şam'a kadar, Mısır'a kadar, Rebeze'ye ve bunun gibi bazı yerlere kadar yürümeyi nezretmesinde, Allah'a itaatle ilgili bir husus yoktur. Filanla konuşursa veya buna benzer konuda da mesuliyeti gerektirecek bir şey yoktur. Konuşarak nezrini bozabilir, yahut yeminini kırabilir. Bu konularda doğrudan Allah'a itaatle ilgili bir durum söz konusu değildir. Sadece Allah'a itaat içeren nezirlerin yerine getirilmesi gerekir.
9. Mü'minlerin annesi Hz. Aişe şöyle derdi: Yemin-i Lağv, bir insanın hayır vallahi, evet vallahi şeklinde yemin etmesidir.
îmanı Malik'den: Bu konuda duyduğum en güzel tarif şudur: Yemin-i lağv, bir insanın bir konunun öyle olduğuna kesinlikle inanarak yemin etmesi fakat hakikatte öyle olmadığının anlaşılması halidir.
Yemin-i akd, bir adamın elbisesini on dinara satmayacağına dair yemin edip sonra tekrar onu on dinara satması veya kölesini döveceğine dair yemin edip dövmemesi ve buna benzer yemin edilip yerine getirilmeyen yeminlerdir. Yemin-i akd yapan kimse ke-faret-i yemin öder, fakat yemin-i lağv yapan ödemez.
İmam Malik'ten: Bile bile günah üzerine yemin etmek, yalan yere yemin etmek, birini memnun etmek için veya birine mazur görünmek için yemin etmek veya bir mala sahip olabilmek için yemin etmek, kefaretle ödenen yeminlerden daha büyük günahtır.
10. Abdullah b. Ömer'den: Kim vallahi diye yemin eder de hemen peşinden inşallah derse ve bu yeminini de yerine getirmezse yeminini bozmuş olmaz.
îmam Malik'ten: Sözünü bitirmeden, inşaallah demesi gerekir. Duyduğumun en güzeli budur. Çünkü vallahi ve inşaallah sözleri birbiri peşinden, susmadan söylenmiştir. Şayet bu iki kelime arasında kesip sussaydı istisna gerçekleşmezdi.
"Allahı inkâr etmiş olayım!" veya "Allah'a şirk koşmuş olayım" diyerek yemin eden, sonra da yeminini bozan biri hakkında imam Malik der ki: «Ona kefaret gerekmez, o bu sözüyle ne kâfiro-lur, ne de müşrik. Ancak eğer şirk ve küfür kalbine yerleşmişse durum değişir. Allah'tan af dilesin, böyle bir şey bir daha kendisinden zuhur etmesin, çok fena bir şey yapmış olur.
11. Ebû Hüreyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu naklediyor: «Kim bir yemin eder, sonra da bunun aksini yapmanın daha hayırlı olacağını görürse yemininin kefaretini versin, hayırlı bulduğu işi yapsın.»
îmam Malik'ten: Her kim bir şey belirtmeden üzerime nezir olsun derse yemin kefareti vermesi lâzımdır.
îmam Malik yemin-i tevkid'i şöyle açıklar: Yemin-i tevkid, bir kimsenin bir şey üzerine defalarca yemin etmesidir. Kişi yemin ettiği konuda yemin üzerine yemin eder. Meselâ, vallahi şundan, şundan noksan yapamayacağım diye çok sayıda üç veya daha fazla sayıda yemin eder.
Bütün bunlara tek bir kefaret yeterlidir, tıpkı yemin kefareti gibi. Meselâ bir kimse, vallahi bu yemeği yemiyeceğim, bu elbiseyi giymeyeceğim ve bu eve değirmeyeceğim diye bir defa yemin ederse bir kefaret kâfidir.
Bir adamın hanımına eğer senin şu elbiseni giyersem, senin mescide gitmene izin verirsem boşsun diye peşpeşe bir cümleyle yemin etse ve bu yeminlerden herhangi birini bozsa adamın boşanması lâzımdır. Artık bundan sonra diğer hususlarda da yeminini bozması kendisine yeni bir mesuliyet yüklemez. Yemin ettiği konulardan sadece birinde bile yeminini bozsa yemin bozulmuş olur.
imam Malik der ki: Kadının nezri konusunda durum biz Me-dine'liler arasında da aynıdır. Kadına kocasının izni olmadan da nezir vacip olur. Bedenini ilgilendiriyorsa ve bunun da kocasına bir zararı yoksa yeminini yerine getirir. Şayet kocasına bir zararı dokunuyorsa kocası karısını bundan men edebilir. O zaman onu ifa edinceye kadar üzerinde borç olarak kalır.
12. Abdullah b. Ömer'den: Bir kimse yemin-i tevkid yapar (bir şey hakkında defalarca yemin eder), sonra da yeminini bozarsa, ya bir köle azat eder, ya da on fakiri giydirir.
Kim tevkidsiz yemin ederse, sonra da yeminini bozarsa on fakiri doyurması lâzımdır. Her fakire bir müd buğday verilir. Eğer bunu bulamazsa üç gün oruç tutar.
13. Nafî', Abdullah b. Ömer'in yemin kefareti olarak her fakire birer müd buğday vermek suretiyle on fakiri de doyurduğunu, yemin-i tevkid yaparsa birkaç tane köle azat ettiğini nakleder.
Süleyman b. Yesar'dan: Ben müslümanların yemin kefareti olarak küçük müd birimi ile bir müd buğday verdikleri zamana yetiştim. Onlar bu kadarını kendileri için kâfi görürlerdi.
îmam Malik'ten: Yemin kefareti olarak yapıldığını duyduğum en güzel şey fakir giydirmektir. Eğer erkekler giydirilecekse, namaz için kâfi gelecek tek parçalı elbiseler: kadınlar giydirilecekse, baş örtüsü ve uzun etek olmak üzere altlı üstlü giydirmeli-dir. İşte bu onların, namaz kılmaları için yeterli gördükl tesettür ölçüsüdür.
14. Abdullah b. Ömer'den: Resûlullah (s.a.v.), Ömer b. Hat-tab'a bir binek üzerinde babası adına yemin ederken yetişti. «Babalarınız adına yemin etmenizi Allah yasakladı. Kim yemin ederse Allah adına yemin etsin, ya da sussun» buyurdu.
15. îmanı Malik'ten: Resûlullah (s.a.v.) şöyle yemin etti: «Hayır! Kalbleri değiştiren Allah'a yemin ederim.»
16. îbn Şihap'den: Bana gelen rivayetlere göre Ebû Lübabe b. Abdulmünzir'in tevbesini Cenabı Allah kabul ettiği zaman Hz. Peygamber'e gelerek:
«— Ya Resûlallah! Günaha duçar olduğum kabilemin ülkesinden hicret ediyorum, sana komşu olacağım. Allah ve Resulü uğruna mallarımın hepsini tasadduk ederek onlardan vazgeçiyorum» dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) ona:
«— Hepsini değil de üçte birini tasadduk etmen yeterlidir» buyurdu.
17. Mü'minlerin annesi Hz. Aişe'den (r.a.); Hz. Aişe'ye: «Malım, Kabe'nin kapısı için feda olsun!» diye yemin eden bir adamın durumu soruldu. Şu cevabı verdi: «Malından yemin kefareti verir.»
imam Malik'e: «Malım Allah yolunda feda olsun!» diye yemin eden, sonra da yeminini bozan bir adamın durumu soruldu. Şu cevabı verdi:
Malının üçte birini Allah yolunda verir. Bu hüküm, Ebâ Lü-babe meselesiyle ilgili olarak Hz. Peygamber'den nakledilmiştir.